Salih Tuna, Emre Belözoğlu ve liyakat konusundaki derin düşüncelerini paylaşıyor. Bu yazıda, başarı, adalet ve kariyerin temelleri üzerine ilham verici bir bakış açısı bulacaksınız.
İTİRAZIM VAR
Sabah gazetesi yazarı Salih Tuna, farklı bakış açılarına sahip biri olarak, takip ettiğim ve zaman zaman fevri de olsa kendine has samimi görüşleri olan bir yazar. Bugünkü yazısına ise itirazım var. Özellikle Emre Belözoğlu ile ilgili söyledikleri dikkatimi çekti.
15 gün önce İspanya’nın Madrid şehrindeydim. Hard Rock Oteli’nin kahvaltı salonunda Emre Belözoğlu ailesiyle birlikteydim. İspanya’da kuş uçsa haberi olan dostumla birlikteydik. Merak ettim, “Emre Belözoğlu İspanya’da ne yapıyor?” diye sordum. “Arda Güler’in maçını izleyecek akşam” yanıtını aldım. Sonrasında dostum devam etti: “Avrupa’da birçok kulüp Emre ile ilgileniyor. Hocalık için teklifler geldi, bildiğim kadarıyla onlarla da görüşecek.” Haliyle bu durum beni şaşırttı. Sordum: “Emre’nin Türkiye’de teknik direktörlük kariyeri başarılı değil ki, Avrupa kulüpleri neden ilgileniyor?” Tek cümlede yanıtladı dostum: “Türkiye’de kim başarılı olabilir ki? O kadar hizip içerisinde hangi iş kolunda birinin başarı elde etmesi mümkün?”
Dostumun söylediklerini düşündüm. Gerçekten de Türkiye’de, futbol gibi herhangi bir iş kolunda başarılı olmanın o kadar kolay olmadığını kabul ettim. Bir güç odağına, çıkar çevrelerine, siyasete, hiziplere, çetelere ve tarikatlara bağlı değilseniz, ağzınızla kuş tutsanız bile başarı şansınız yok denecek kadar az.
Bir zamanlar FETÖ’nün en güçlü olduğu yıllarda, 2010’da Bursaspor’u şampiyon yapan Ertuğrul Sağlam’ın o başarısını bir daha nasıl yakalayamadığı hep kafamda bir soru işareti oldu. Türkiye’de 4 büyükler haricinde ilk kez bir takım olarak Bursaspor o yıl şampiyonluğa ulaşmıştı. Peki, ne oldu da sonraki yıllarda bırakın şampiyonluğu, iddialı bir takım bile yaratamadı? Yıllardır Ertuğrul Sağlam’ın adını duymadım bile… Türkiye Süper Ligi’nde şampiyon olan bir takımın neden silinip gittiğini sorgulamak gerekiyor. Yoksa o günkü başarısının ardında dönemin en büyük gücü mü vardı? Salih Tuna gibi soralım: “Nasıl oluyor bu?”
Salih Tuna’yı çok iyi anlıyorum. Nuri Şahin’in Borussia Dortmund’un başına 36 yaşındayken geçmesini “siyonist” güçlere bağlaması, Türk perspektifinden düşünmesinden kaynaklanıyordu. Çünkü, dünyada ve Avrupa’da önemli bir göreve gelmek, ona göre sadece başarı ve liyakat ile açıklanamazdı. Özellikle futbol kariyerini Antalyaspor’da sonlandıran Nuri Şahin’in, Dortmund’un başına nasıl geçebileceği ise bir muammaydı. Olsa olsa, Antalyaspor’daki dönemi boyunca takımında bulunan iki siyonist futbolcuya arka çıkmasından dolayı böyle bir durum gerçekleşmiş olabilirdi. Başka bir izahı olamazdı. Kırşehirli bir gurbetçi ailenin çocuğu Nuri Şahin, bir anda “siyonist uşağı” haline gelmişti. Her şey bu kadar kolaydı. Oysa Nuri Şahin, Borussia Dortmund alt yapısında yetişmiş, 52 kez A milli formayı giymiş, dünyanın sayılı kulüpleri Real Madrid, Liverpool, Feyenoord gibi ekiplerde oynamış birisi. Tüm bunlar bile yeterli görülmemişti. Kırşehirli bir gurbetçi çocuğu siyonistleri kollamıştı ve bu yüzden Borussia Dortmund’un başına getirilmişti.
Başta da ifade ettiğim gibi, Salih Tuna’yı çok iyi anlıyorum. O, Türkiye şartlarında değerlendirme yapıyordu. Oysaki Avrupa ile bizi ayıran en önemli özelliklerden biri “liyakat” anlayışıdır. Almanya gibi ülkelerde bu durum daha da belirgin bir hal alır.
Salih Tuna, bildiğim kadarıyla bir dönem TRT Yönetim Kurulu üyesi olarak atanmıştı. Muhtemeldir ki, o görevi hak ettiğinden ve liyakatine güvenildiğinden dolayı o göreve getirilmişti! Görev süresi boyunca da TRT’ye önemli katkılar sağlamıştı. Halen o görevi sürdürenler de benzer liyakat sembolleri olarak o görevlerde bulunuyorlar. Tıpkı çoğu devlet kurumunda olduğu gibi! Ancak, ben en çok Türkiye’deki bürokrasideki Trabzonlu çoğunluğunu merak ediyorum. Ve Salih Tuna’ya soruyorum: “Nasıl oluyor tüm bunlar?”
Kaynak: Patronların Dünyası